2 Mayıs 2013 Perşembe

Gidiyoruz Amsterdam'a


Ben 24 yaşındayım. 
Tipik bir futbol taraftarının "büyük" cümleler kurabilmesi için çok küçük bir yaş, iddialı sözler için fazla genç. 
Lakin, son birkaç yıla bu denli büyük sevinç ve hüzünler sığdırabilmiş bir kulübün taraftarıyım, Fenerbahçeliyim.
Belki de kısa sayılabilecek bu geçmişte kulübün en büyük acılarını hissettim:
2006 Denizli, 2010 Kadıköy,
ve o günden beri hiçbirimizin hayatının eskisi gibi olmadığı malum 3 Temmuz...

'İlahi adalet' argümanı üzerinden gidecek değilim, keza onun yeşil sahalarda işlemediğini anlayalı çok oldu.
Fakat yeryüzünde her şeyin bir hikayesi var bence.
Ama bir hikaye mutlaka var, maç maç, sezon sezon; ama mutlaka.


2003-04 şampiyonluğunda mesela; yeni yapılanma, gençler, başlarında Hollandalı bir ağabey, 8 puan geriden gelip üç yıl sonra destansı bir şampiyonluk...
2007-08 mesela; kimsenin şans vermediği bir kadro, inancın nispeten az olduğu bir hoca, Kadıköy'den eli boş dönen Inter, Chelsea, Sevilla...
2010-11 TT Arena'da ilk derbi mesela; kötü futbol, kovalayarak gönderdiğin adamdan yenen gol, ardından Alex'in şapkadan çıkardığı tavşan. Maçın hikayesi Kazım'ı devre arası göndermenle başlıyor belki de...

Bu kez hikaye çok başka...
Mönchengladbach deplasmanında kimsenin umudu yokken gelen 4 golle,
Grup favorisi Marsilya deplasmanda yenerek,
Plzen kalecisinin uzatmalarda kalemize topu dürtememesiyle,
Lazio'yu sahadan silerek,
38 maçtır yenilmeyeni ezerek
yazılan bir hikaye bu...

Fenerbahçeli için artık hikayelerin değil, romanın mutlu sonla bitme zamanı...
Hiç hak etmedikleri bunca acıya katlanmış bir topluluk için artık sevinme zamanı...
Sokakları sarı lacivert şarkılarla inletme zamanı...
"Bu dünyayı yakarız" sözlerini gerçeğe dönüştürürcesine meşalelerin yanma zamanı...
Avrupa Şampiyonu apoletinin verdiği gururla sokaklarda çubukluyla dolaşma zamanı...

Haydi çocuklar, Amsterdam'a Gidiyoruz !