24 Mayıs 2011 Salı

Şampiyonluğun Fotoromanı

İşte başlıyoruz.
Seyircisiz maçta Antalyaspor'u 4-0 mağlup edip zirveye oturuyoruz
başladığımız yerde bitirmek üzere
Savunmadaki savruk görüntümüz kalemizde art arda golleri getirirken
Aykut Kocaman'ın Alex'i 75 dk kenarda tutması basındaki akbabaların eline kozu veriyordu.
O gün farkında olmasak da Lugano ve Mehmet'in golleri ile Mert'in çıkardığı penaltı bugün şampiyonluğu kutlamamızda rol oynayan nüanslardandı.
Şampiyonlar Ligi'nin ardından bu maç öncesi 120dklık mücadele sonucu UEFA'dan da elenen Fenerbahçe seyircisiz oynadığı maçta Manisa'yı 4-2 yeniyor,
maçın en büyük kazancı Gökhan'ın sakatlığında hocasından formayı kapan ve 3 asistle yıldızlaşan Okan Alkan oluyordu.
Dördüncü hafta zorlu Kayseri deplasmanına çıkan Fenerbahçemiz, sahada hiçbir varlık gösteremeden 2-0 mağlup ayrılırken kaptan Alex'in devre arası oyundan alınması ve ardından yenilen goller ile sakatlanan Yobo'nun yerine yedeklerde stoper olmaması Aykut Kocaman'a sallamaya hazır akbabalara yine gün doğuruyordu.
Kadıköy'deki ilk seyircili maçta Fenerbahçe ilk yarıda sezonun en iyi futbolunu oynuyordu.
Özellikle ilk yarıda Niang ve Dia'nın sayısız gol pozisyonunu kaçırdığı maç son dakikalarda beraberliğe taşınıyor, homurdanmaların sesi giderek yükseliyordu.
Kasımpaşa'nın sahasındaki bakım çalışmaları nedeniyle Ali Sami Yen Stadı'nda oynanan maçta Fenerbahçe sayısız gol pozisyonuna girip 6-2 kazanıyorsa da kendi kalesinde ligin en zayıf takımlarından birine karşı verilen pozisyonlar "acaba?" sorusunu da beraberinde getiriyordu;
lakin maç sonrası Alex'in Aykut Kocaman hakkındaki açıklamaları aralarındaki sorun iddialarına noktayı koymasa da camiada bir rahatlama yaratıyordu.  
Geçen haftaki galibiyetin de moraliyle arzulu futbol oynayan Fenerbahçe Niang'ın gösterdiği üstün performansla Gençlerbirliği'ni alt ederken taraftarın özlediği forvete kavuştuğu adeta tescilleniyordu.
Alex'in ve Selçuk'un yokluğunda farklı bir oyun kimliği ile çıkan Fenerbahçe, güzel futbol oynadığı Konya'yı dört golle geçiyor; üst üste gelen üç galibiyet umut vermeye başlamıştı.
Fenerbahçe'nin Kadıköy'de Galatasaray'a karşı 10 yıllık üstünlüğü ve önceki hafta Galatasaray'ın içine düştüğü kaotik durum kamuoyunda farklı Fenerbahçe galibiyeti beklentisi oluşturmuştu.
Daha sonra Aykut Hocanın da kabul ettiği üzere hatalı oyun şablonu ile Galatasaray'ın oynatmamaya yönelik futbolu oyunu kilitliyor, maç golsüz sona eriyordu.
Karşılaşmadan geriye yukarıdaki komik görüntü kalıyordu :)
Geçen seneki travmanın anıları ile çıkılan maçta Fenerbahçe baskılı ve istekli futboluyla sayısız pozisyon ürettiği ilk devreyi tek golle önde kapatmasına rağmen ikinci yarı nispeten oyundan düşüyor ve skor beraberliğe geliyor, son dakikalardaki Fenerbahçe baskısı skor üretmeyince "intikam" sloganıyla geldiğimiz deplasmandan galibiyeti alamadan dönmek taraftarı pek de memnun etmiyordu.
Fenerbahçe için son 2 haftadaki puan kayıplarının ardından kritik hale geçen maçta Fenerbahçe erken gol bulmasına rağmen skor eşitleniyorsa da devreyi Fenerbahçe iki farkla önde geçiyordu. İkinci yarı da karşılıklı birer gol olan maçı Fenerbahçe 4-2 alırken akıllarda soyunma odası koridorlarında Sezer ile Lugano'nun kavgası ve kırmızı kart görmeleri kalıyordu.
Alex'in ilk yarıda attığı golle '100'ler kulübüne girdiği maçın sonlarına doğru oyundan kopuyor ve son 15 dakikada yediğimiz gollerle sahadan mağlup ayrılıyorduk. İstanbul dışında Konya dışında galibiyet alamayan Fenerbahçe bir kritik puan kaybı daha yaşıyordu.
Alex'in daha 23. dakikada hat-trick yaptığı maçta Fenerbahçe Buca'ya karşı 5 golle kazanıyor, altıya inen puan farkı umut aşılıyorken; Emre'nin yokluğunda Gökay'ın futbolu altyapı özürlü(!) Fenerbahçe adına umut oluyordu. 
Geride kalan haftalardaki deplasman performansı ve Olimpiyat Stadı'ndaki kötü geçmişi puan kaybı fikrini doğursa da Fenerbahçemiz yoğun taraftar desteği ile İBB'yi tek golle deviriyordu.
Fenerbahçe'nin Karabük maçıyla ilk kez 3 haftalık kazanma serisi yakalıyor, camiada hava düzelme yoluna gidiyordu
Bu sezon adına Fenerbahçemizin dip maçı olarak anacağım kar altında oynanan bu maçta hiç etkili olamıyor ve Sestak'ın golleri ile mağlup oluyorken "Kocaman Umutlarımızın Sahibi"nin başını yemeye meraklı akbabalar yine yuvalarından fırlıyorlardı.
"Aykut Hoca devrede gidiyor", "Şampiyonluk gitti", "Devre arası operasyon var" dedikodularıyla 12 puan geride girilen maç çok zorlu geçiyor, bir türlü açamadığımız Sivas savunmasını Alex'in müthiş frikik golüyle yıkıyor, devreye umutla giriyorduk.
Kupada Buca'ya yenilerek girilen devre arasında 2.Lig B Kategorisi ekibi Yeni Malatya'ya da mağlup olunarak kupadan elenilmesi sonucu camiada takıma ve teknik kadroya inanç azalmış ve böyle bir atmosferde Antalya'ya gelinmişti. İşte Aykut Kocaman'ın da vurguladığı gibi burada takımın çiçeklerle karşılanması adeta sezon adına milat oluyordu.
Devre arası kampında hazırlık maçında Samsunpor'u da yenemeyen Fenerbahçe'ye kamuoyu yüklenmeye devam ediyordu. Futbolular ve teknik heyet de kampın çok verimli geçtiğini ve ikinci yarı bambaşka bir Fenerbahçe izleteceklerini vaat ediyorlardı:
Aykut Kocaman: En büyük transferimiz, Antalya’yı yendiğimizde ortaya çıkacak takım kimyası olacak. Kamp, çok olumlu mesajlar verdi
Volkan Demirel: 
Bu duruma getiren de biziz, bu durumdan çıkaracak da biziz.
Yobo: "Seri galibiyetlerle çıkışa geçeceğiz."
Emre: "Fenerbahçe adı hep zirvede olmalıdır, biz de sene sonunda oraya taşımak istiyoruz."
İyi oynamadığımız ama kazanmak zorunda olduğumuz maçı yüksek mücadelemiz ve Gökhan'ın mükemmel golüyle kazanırken gol sevincini tüm takımın Aykut Kocaman'a koşarak kutlaması günün notları arasındaydı. Trabzon'un sürpriz puan kaybıyla fark artık 7 puandı.
Maçın başından sonuna kadar mücadeleyi asla bırakmayan, sahada basmadık yer bırakmayan, hepsi çubuklunun hakkını sonuna kadar veren futbolcular vardı bu maç sahada. Ligin en kritik maçında bu konsantrasyonu sağlamak, bu karakteri ortaya koymak çok önemliydi. Okul açıkta küskünlerin dönüşü, taraftarın Aykut Hoca'ya sahip çıkışı maçın güzel notları oluyor ve Fenerbahçemiz gelecek haftalar için umut saçıyordu.
Sahi, Nasıl Koydu Aykut Kocaman?
Takımın geçen hafta Trabzon karşısındaki arzusunu sergileyip sergileyemeyeceği, eksiklerin takımı olumsuz etkileme ihtimali ve Manisa'nın son haftalarda sergilediği başarılı performansa bir de maç içinde hem de 35 dakika gibi çok da uzun olmayan bir süre kaldığında mağlup duruma düşmüş olmak gibi zorlu faktörler varken takımın yüksek mücadele gücü ve mağlup duruma düştükten sonra artan isteği ile maçı 3 golle kazanıyor ve Trabzonsporun berabere kalması ile farkı 2'ye indiriyorduk. Güzel günler yakındı artık.
14 Şubat'ta Kadıköy en büyük sevgilimizle buluşmamıza şahitlik ediyor, futbolcular maç öncesi taraftarara çiçek dağıtıyor, "Bitmez tükenmez aşkımız" pankartıyla çıkarak gerçek aşkı ortaya koyuyordu. Zorlu geçmesi beklenen Kayseri maçını disiplinli ve baskılı oyunumuzla 2-0 geçiyor, takibimizi sürdürüyorduk.
Gelgitlerle dolu geçen maçın kaderini kırılma anları belirliyor, Almeida'nın farkı ikiye çıkaracak pozisyonu harcaması ve Ferrari'nin atılması, durumu lehimize çevirirken kaptan dümene geçip
hat-trick yapıyordu. Bu zorlu maçla birlikte Antalya-Trabzon-Manisa-Kayseri-Beşiktaş serisini kayıpsız geçen ve ilk yarı bir türlü göremediğimiz "takım olma" hüvviyetine kavuşan Fenerbahçe'de şampiyonluk artık daha yüksek sesle dillendirilmeye başlıyordu.
Zorlu serinin ardından çıkacağı nispeten kolay 3 maçın ilki olan Kasımpaşa maçını Alex'in uzak mesafeli frikiği ve Dia'nın ikinci yarıdaki plasesiyle kazanan Fenerbahçemizde, Volkan ilk devrenin son dakikasında bir penaltı kurtarıp takımın ikinci yarıya güvenle çıkmasını sağlarken
bu maç hiçbir rakibin küçümsenmemesi gerektiğini hatırlatıyordu. Bir gün sonra Trabzon Kayseri ile berabere kalınca Fenerbahçe sadece altı haftada dokuz puan farkı eriterek birinci haftadan sonra ilk kez lider oluyordu
Gençlerbirliği'nin düşme hattında oluşu ve kötü hava şartları nedeniyle zorlu geçmesi muhtemel maçta Fenerbahçe skoru erken buluyor; ancak arka arkaya yediği gollerle devreye berabere giriyordu. İkinci yarıda yine dümene kaptan geçiyor, Niang'a attığı müthiş pası Senegalli ağlara gönderince maç rahatlıyor, son dakikalarda Santos skoru belirliyordu.
Fenerbahçemiz, bu kez küme düşme hattındaki bir diğer rakip Konyaspor ile oynanan maçı baştan sona üstün götürerek iki farkla kazanırken sayısız gol pozisyonundan yararlanamıyor, gelecek haftaki derbi öncesi taraftar Kadıköy'den Arena'ya mesajı veriyordu: "Geliyoruz!"
Fenerbahçe genelinde ikinci yarıdaki maçlarda oynadığı futboldan çok uzak bir görüntü sergilediği, oyuncuların gerektiği kadar konsantre görünmedikleri bir maçta önemli bir galibiyet alırken
Alexus, kendisine sallayanlara inat o tarih yazmaya devam ediyor, Galatasaray ise taraftarla barışmayı umduğu bu maçta TT Arena'da ilk mağlubiyetini Fenerbahçe'den alıyordu.
Sonraki gün Radikal Gazetesi'ndeki köşesinde Bağış Erten Alex için şunları söylüyordu:
Yıllardır Fenerbahçe’nin kendi evinde kazandığı gibi oynadı Galatasaray. İyi oynamanın ötesinde bir hırs ve istekle. Tribünlerle senkronize olarak... Ta ki Alex’ denen büyücü devreye girene dek. Önce üç bant bilardo misali Semih’in kafasına nişanladı, sonra da infazı kendi yaptı.
Eğer elinizde oyun bitti derken başlatan, takım düştü derken kaldıran, umutlar tükendi derken çoğalan, üstelik bunu vakur bir eda, asabi olmayan bir klasla başaran bir oyuncu varsa; değil taraftarlarla, o arena aslanlarla dolu olsa gene bir yol bulursunuz. Bu derbiyi de kazandırdı ya, artık onun da kitabı yazılmaz, anıtı dikilmezse kimin yazılacak, kimin dikilecek? Kabul edelim, bu kadar etkili bir oyuncu bu ülkeye hiç gelmedi.
Beraberliğin bile Bursaspor'un ilk iki iddiasını sona erdireceği mücadelede ilginç(!) bir şekilde Ivankov, daha 5. dakikada kale vuruşlarının süresini bir dakikaya götürmeye zorlarken, Bursaspor adeta "Çanakkale Geçilmez"i oynuyor, buna rağmen net fırsatlardan yararlanamazken; akıllarda Semih'e Serdar Azizle mücadelesine çalmayan düdük ile Alex'in 85'teki kafa vuruşunu Ivankov'un 90'dan çıkarması kalıyordu. Artık lider Trabzonspor'du, ipler elimizde değildi.
Tutuk başladığımız maçta erken gelen golle yenik duruma düşmemiz kıvılcımı ateşliyor Caner ve Niang ile skoru aldıktan sonra kontrollü oyuna geçiyorduk. 85. dakikada serbest vuruştan gelen topta Batuhan'ın kafa vuruşu önce direğe sonra Volkan'ın sırtına çarpıyor; ama futbolun cilvesiyle dışarı yönelirken, uzatmalarda Semih'in golü Eskişehir'de skoru beliyordu. 85. dakikadaki o şans anı şampiyonluk yolundaki nüanslara bir yenisini daha ekliyordu.
 İinanılmaz stres dolu, bir spor müsabakasının çok ötesindeki gerilimin etkisiyle yapmak istediklerini tam anlamıyla sahaya yansıtamayan takımımız, adeta gerçek bir kaleyi savunur gibi defans yapan Gaziantepspor takımına karşı maçın genelinde pek çok net pozisyona giriyor; lakin bir türlü gol gelmiyordu. Fenerbahçemizin üç net penaltısının verilmediği adeta eziyet gibi geçen maçın 90+4. dakikasında Santos'un golüyle kazanan Fenerbahçe gerekli mesajı veriyordu:
"Yürüyoruz Şampiyonluğa"
 
Kamuoyu iki gün önce Trabzon'un Eskişehir'de puan kaybıyla yeniden liderliğe oturma şansı olan bu maçın Fenerbahçe adına oldukça kolay geçmesini bekliyordu. Ancak son yarım saate 3-1 mağlup giren Fenerbahçe kritik bir anda gelen penaltının ardından silkinip kendine geliyor, müthiş bir geri dönüşe imza atıyordu. Yürüyüşümüzün artık durdurulamaz olduğunu idrak edenler de maçtan sonra "Şike, şaibe, para, hakem, aziz" argümanlarına böylesi bir maçta bile başvuruyor, Guiza'yı ve bizi ağlatan o golün sadece Buca kalesine girmediğini tescilliyorlardı. 
Stoch'un erken gelen şık golünün ardından tam devreye girilirken Gökhan'ın müthiş ortasını şık kafa vuruşuyla ağlara yollayan Alex, maçı adeta bitiriyordu. İki haftalık yüksek adrenalin dolu maçların ardından Fenerbahçeliler, İBB'ye karşı ikinci yarıyı keyifle rahatça izliyorlar ve gereken mesajı takımlarına veriyorlardı:
"İnandık Size"
Kalan maçlar içinde en zor geçmesi beklenen Karabük mücadelesi beklendiği gibi geçerken, Karabük'te tribünlerden sık sık yükselen "Trabzon" tezahüratlarına ve takımımıza yönelik tepkilere en güzel cevap galibiyet oluyor, şampiyonluk şarkıları ile İstanbul'a dönüyorduk.
Volkan maç sonu sezon sonu bu kadar popüler olacağını bilmeden çok güzel bir laf ediyordu:
"İsterse bütün Türkiye ’Trabzon’ diye bağırsın, biz Fenerbahçeliler kendimize yeteriz"
Maç öncesi gerilimin çok yüksek olduğu, zor geçmesi beklenen maçta Fenerbahçemiz altı golle kazanırken, sezonun yıldızı Alex beş golle yıldızlaşıyordu. Maçın sonlarına doğru tribünler çok konuşan ama boş konuşan Melih Gökçek'in kulaklarını bir bir çınlatırken son hafta öncesi yine gereken mesajı veriyordu:
"Omuz Omuza Şampiyonluğa"
Gerilim, stresi heyecan dolu maçın sonunda nihayet:
FENERBAHÇE ŞAMPİYON
Şampiyon İstanbul'da !
"Yakarız" dedik mi demedik mi ?
Şampiyon kupasına kavuştu 
Senin eline bir başka yakıştı hocam !

Aykut Kocaman Röportajı

İzleyemeyenler için Aykut Kocaman'ın bugün Ligtv'de konuk olduğu programdan satır başlarını topladık. Buyrun...


Sportif Direktörlük Görevi: Aziz Yıldırım Ankaraspor'dan ayrılmak üzereyken beni aradı.  5 saniye konuştuktan sonra görüşelim dedim. Fenerbahçe'ye dönmem lazımdı.  O sportif direktörlüğü kabul etti.  


Teknik Direktörlüğü Kabul Edişi: "Geçen sene sonuç olarak başarısızdık. Geçen son maçta şampiyonluk gidince derin bir yara oluştuı. Daum'la devam etmeme fikri bütün camiada konuşuluyordu tahmin ediyorum. Sayın Başkan ve Ali Yıldırım benin ismimi öne attı. Benim bu piyasadaki en büyük artım güvenilir olmamdı.  Teknik direktör olmam yanlış bir tercihti, Ancak zorunluluktu".


Devre Arası Kampı:  Yakın tarihteki en dip yerlerden bir tanesinde taraftarımız bizi karşıladı. (Antalya kampına giriş, Yeni Malatyaspor maçında sonra) Olağanüstü bir şeydi. Aslında bizim ülkemiz için duyguları anormal yaşıyoruz. Tepki beklerken destek aldık. O gün ben dahil herkesi hayata devam ettiren, Antalya Fenerbahçeliler Derneği oldu. Antalya kampında Trabzonspor ve Antalyaspor maçlarına odaklandık. O günlerden buralara geldik. Trabzonspor puan kaybını beklemiyorduk. Bu beraberlik motivasyonumuzu artırdı. Antrenman tekniğimiz ve istediklerimiz değişmedi. Değişen tek şey Fenerbahçe ailesi olarak herkes o maçtan (Yeni Malatyaspor) sonra düşündü ve yapma konusunda irade göstermeye başladı.  En önemli değişim oyuncu grubumuzun söylenenleri yapma konusunda irade göstermesidir. Yoksa antrenmanlar ve benzeri şeyler bu işin ayrıntısı... 

Alex Meselesi: Alex normal şartlarda hızlı düşünen bir oyuncu. Bunu her şartta söyledim. Ancak saha içindeki mücadelesi ve mesafesi yüksek değil. Ancak bunu hızlı düşünüyor, iyi top kontrolü var ve topu iyi kullanıyor. Lig başlarında Avrupa'da daha organize takımlarla oynadık. Ön tarafımız iki hızlı kanat ve Alex.  Arkada Cristian ve Emre yetmiyordu. Ön tarafımız şeffaftı. Alex'ten sorumluluk almasını istedim. Onu savunma yapmayacağını ben de biliyordum. Alex’ten istediğim daha fazla topla buluşması, daha fazla temas etmek istemesini çok istiyordum. Mehmet, Cristian, Emre, Selçuk'un performansı artmasıyla Alex'in topla buluşması artırdı. Alex dünyada tekniği en iyi 10 oyuncudan biridir. 

Transfer Mevzusu: Orta sahanın merkezine bir oyuncu ve bir de forvete takviye düşünüyoruz. Bununla beraber kadronun altını doldurmak gerekiyor. Ama ana hedef 2-3 transfer gibi gözüküyor. Ama ayrılma ihtimali olan oyuncularımız var. Yabancı transferi yapmak için yabancı yollamalıyız. Kafamızda düşündüğümüz birkaç isim var. İki-üç gün bu başarıyı yaşayacağız, tadını çıkaracağız. Daha sonra yoğunlaşacağız ama çok fazla kadroyu bozmayacağız.

Sivas Maçı:  Sivasspor maçı benim açımdan sıkıntılı geçti. Gerginliğim ve stresim hareketlerimin önüne geçti. Bunu da zaten itiraf ettim. Sivasspor maçının ilk yarısı Rus ruleti gibiydi.  Maça golle başladık. Erken gol gelince eyvah dedim. Çünkü kolaylaştığını düşünürsen bütünlüğü kaybedersin. İkinci golü yeseydik toparlamak bizi zorlardı. Üçüncü golü de atınca ben bu işim bitti dedim.

Şampiyonlar Ligi:  Şampiyonlar Ligi'ne direk katılmak çok önemliydi. Elemelerden geçmek yeni sistemde çok zor. Ülkemizde bir şey elde edildiği andan itibaren şu anki pozisyonu bırakıp daha uzakta hedefe odaklanıyoruz. Bizim arayı doldurmamız lazım. Şampiyon olduk ve hemen Şampiyonlar Ligi'nde başarı hedefliyoruz. Bizim onlarla fizik, kollektif ve güç olarak aramızda fark var.  Bizim Şampiyonlar Ligi oyuncu profilimizi artırıp daha sonra başarıyı düşünmeliyiz. Bunu ben bir futbol adamı olarak düşünüyorum. Bu sene hedef olarak kendi evimizdekini sağlamlaştırıp, daha sonra dışarıya bakacağız. Şampiyonlar Ligi'nde uygun oyuncu profilini sağlamlaştırmak lazım.

"Kocaman" Umutlarımızın Sahibisin !

"Kocaman" Umutların Sahibi

15 yıl önce mucizevi bir şampiyonluğun baş mimarlarından biri olarak haksız ve buruk bir biçimde veda etmişti, daha doğrusu ettirilmişti "Kocaman" adam Fenerbahçe'mize. Tesadüf budur ya 15 yıl sonra yine Trabzonspor'a karşı alınan yine mucizevi bir şampiyonluğun yine baş mimarlarından biri bugün...


Şampiyonluğun gelmesinden beri içinde olduğumuz ve makul konuşmayı, doğru yazmayı mümkün kılmayan şu ruh halimizi atlattıktan sonra daha ayrıntılı hikayelere, sezon öykülerine başlayacağız; lakin bir an önce söylemek lazım: 
Kupa senin eline bir başka yakıştı be hocam !


Madem biz yazıp çizemiyoruz henüz, Bağış Erten'den bir anekdotla bitirelim:

“...Ama bu şampiyonluğa tek bir imza atılacaksa o da Aykut Kocaman’ındır. Bu ülkede ilk defa tevazu şampiyon olmuştur. İlk defa egolar, özgüvenler değil makullük kazanmıştır. Sırf bu bile kutlamaya değer...” 

22 Mayıs 2011 Pazar

Bugün Fenerbahçeli'nin Bayram Günü !

Kızdık...
Öfkelendik...
Bağırdık, çağırdık...
Küfredenlerimiz de olmuştur elbet...
Ama inancımızı yitirmedik...
"Kocaman" umutlarımızı hep muhafaza ettik...

Yarın erkenden kalkmalı...
Hoş, çoğumuz uyuyamayacağız zaten...
Çubukluyu üstünüze geçirdiğiniz gibi fırlamalı sokaklara...
Kıskanan gözlere inat gururla dolaşmalı sokaklarda...
İnletmeli sokakları "Fenerbahçe" diye gırtlakları patlatırcasına...
Yanmalı meşaleler "Bu dünyayı yakarız" sözlerini gerçeklercesine...

Çünkü bugün
Alex'in insanüstü performansı,
Gökhan'ın "Gönül"leri fetheden arzusu,
Emre'nin bitmek bilmeyen isteği,
Bekir'in çalışkanlığı,
Gökay'ın mütevazi futbolu,
Cesur Yürek Lugano'nın hırsı,
Mehmet'in durmaksızın mücadesi,
Yobo'nun en zor anlardaki soğukkanlılığı,
Niang'ın kritik golleri,
Dia'nın sağdan soldan yardırışları,
Stoch'un o içtenlik dolu çabası,
Volkan'ın en kritik pozisyonlarda kurtardıkları,
Santos'un Antep maçında beni hüngür hüngür ağlatan o golü,
Semih'in şikayet etmeksizin formanın hakkını fazlasıyla vermesi,
Guiza'nın Buca maçında ağladığı ağlattığı golü,
Mert'in Trabzon deplasmanın kurtardığı penaltı
ve 
"Kocaman Umutlarımızın Sahibi"
ile
gelecek zaferi kutlama günü...
Çünkü bugün çok özlediğimiz şampiyonluğun günü...
Bugün Fenerbahçeli'nin Bayram Günü !



Ya yine olmazsa mı?
Alex'in, Gökhan'ın, Emre'nin ve diğerlerinin yaptıklarını küçültür mü?
Bu takımın azmi, hırsı inkar edilir mi?
Emekleri hiçe sayılır mı?
En kötü 2006 ile 2010'un yanına 2011'i de koyarız.
Biz zaten sevinmek için sevmedik ki...




21 Mayıs 2011 Cumartesi

Fenerbahçeli Bloggerlar Şampiyonluk İçin Buluşuyor


Fenerbahçe'yi bloglardan okuyan, yazan bir grup blogger olarak haftalardır sürdürdüğümüz buluşmalarımızı şampiyonluk buluşmasıyla taçlandırıyoruz. İç saha maçlarında geleneksel hale gelen buluşmalarımızın uğurlu geldiğini konuştuk hep. Totemimiz haline geldi blogger buluşmaları. Bir hafta Ali Baba'daydık, bir hafta Nazlı'nın Yeri'nde. Bir hafta Kalamış Park'ındaydık, bir hafta Lefter'i ziyaret için elimizde çiçeklerle Büyükada'da. Beraber Saraçoğlu'na da koştuk, deplasmana da. Nefesimizin yettiğince destek olduk takımımıza.

Ve sezonun sonuna, şampiyonluk maçına geldi sıra. Şimdi son maçta evimizde; Bağdat Caddesinde buluşuyoruz. Eşimizle, çocuğumuzla, sevgilimizle, arkadaşlarımızla, kardeşlerimizle, kolumuza takıp getirdiğimiz kalbi şampiyonluk heyecanıyla atacak tüm sevdiklerimizle beraber geçireceğiz bu Pazar'ı. Beraber sohbet edip, maçı izleyip, şampiyonluk şarkıları söyleyeceğiz. Belki seneye hayata geçireceğimiz yeni bir blogger oluşumun kritiğini yapacağız hepberaber.

Şimdiye kadar kadroya giren, giremeyen tüm bloggerlar olarak 
GELİN, 
KATILIN, 
BAĞIRIN; 
ŞAMPİYON FENERBAHÇE 
diye.

Buluşma Yeri ve Saati: Şaşkın Bakkal Marks & Spencer önü saat 15.00
Oraya gelemeyenler icin: Caddebostan Migros önü 16.30

Not: katılmayı düşünen arkadaşlar yorum veya mail yoluyla bize ulaşabilir.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Emanet Tamam Dede !

Dedem benim için çok özeldi, özeldir. Fenerbahçeliliğimi, bu renklere sevgimi ona, onun bana daha dört beş yaşlarımda anlatmaya başladığı anılara borçluyum. Onun Fenerbahçe aşkının temelinde de sadece dört kez izleyebildiği -ki bazen "üç kez" derdi- canlı izleyebildiği 'Ordinaryüs' Lefter vardı. Futbolunu, samimiyetini, yeteneğini anlata anlata bitiremezdi. Onu izlemiş olma ayrıcalığına erişmiş olmak, yaşamında ulaşabildiği en yüksek noktaydı ona göre. Hatta 6-7 Eylül olaylarında Lefter Dedemizin evine saldırıldığı haberini duyunca gözü dönmüş rahmetli dedemin, İstanbul'a gelmeye kalkışmış, zor tutmuşlar. Canı gibi severmiş anlayacağınız. 


Babamın görevi dolayısıyla hiç aynı şehirde yaşamadım dedemle, ancak bayramlarda görüşürdük. Ama benim kendimi bilmeye başladığımdan beri dedemin evinde ilk hatırladığım baş köşedeki çerçevelenmiş Lefter resmidir. Şimdi kalp illetiyle uğraşan "Lefter" gibi dedem de o derde düştüğünde bana bırakmıştı o resmi "Bana bir şey olursa ona iyi bak" diye... Ama ben iyi bakamadım. Evimizi taşırken nakliye şirketinin işgüzarlığıyla kaybolan kolilerin içinde gitti o resim. Kahroldum, günlerce kendime gelemedim. Hep içimde bir ukde olarak kaldı büyük bir mahcubiyetle. 


İşte dede, dün affettim kendimi sonunda. Senin yıllarca bana anlattığın o efsanenin elini öptüm. "Fenerbahçe'ye kapım her zaman açık, gelin kalın evimde", "Allah hepinizin yardımcısı olsun" dediğinde anladım ki senin anlattığın kadar, hatta daha da öte efsaneymiş o. Belki senin emanetinin yerini tutmaz ama o fotoğrafın yerine yenisini astım bile dede. 



Tribünler inledi binlerce kere

Ver Leftere yaz deftere 

Bitti kalem, doldu defter 
Bu alemde kral Lefter

10 Mayıs 2011 Salı

"Çıkar Penaltıyı"

Ben kendimi bildim bileli Fenerbahçeliyim. Dedemin Lefter, babamın Aykut Kocaman hikayelerini dinledim küçüklüğümde. Onların öyküleriyle tomurcuklanan Fenerbahçe sevgim, koskocaman bir sevda oldu yıllar geçtikçe. Ama ben böyle hırslandığım bir dönem yaşamadım geçen yıllarda. Neredeyse bir aydır hafta içlerini geçsin diye yaşıyorum adeta. Bir an önce hafta sonu olsun, maç vakti gelsin, alalım geçsin, sonra öbür hafta içi geçsin... Hatta birkaç hafta önce kalan maçlar art arda her gün oynansın, geçsin deseler kesinlikle itiraz etmezdim, keza kalan haftalar için şimdi de aynı durum kabulüm. 

Buraları da ihmal ettik bu aralar. Yoğunluğu bahane etmek mümkün; ancak final haftalarında bile sıkı biçimde yazdığımızı düşünürsek itiraf etmek gerekir ki yazacak takatimiz yok. Bir kere maçı öyle bir stres altında izliyorum ki haddimiz olduğu kadar yaptığımız teknik analizleri filan yapmamız mümkün değil zaten. Elimden geldiğince tarafsız yaklaşmaya çalışan bir insan olarak bu sene uğradığımız haksızlıkların boyutları ve Trabzon camiasının yaptığı çirkinlikler ortadayken hala zaferlerimizin, müthiş mücadelemizin gölgelenmesi çabası 2006, 2008 ve 2010'da yaşadığımız senaryolardan farklı değil. Bu senelerde tüm kamuoyunu yanına alıp "Fakir fukara edebiyatı", "%100 Türk takım Brezilya'ya karşı", "Onlar ligi, biz kupayı", safsatalarının yanı sıra siyaseti ve bakanları da yanına alan zihniyet bu sene de aynı taktiği izliyor.

Daha önce "Allah'ın Sopası Yok!"  ve "Ağlama Değmez Hayat..." yazımızda uzun uzun anlatmıştık, ondan tekrar yazıp sinirleri hoplatmaya gerek yok.
Sözün özü
Hakemlerin kütüklerini araştırıp bildiri yayınlayan, rakibin her maçından sonra hakemlere yüklenip sonra da "Biz hakemler hakkında konuşmuyoruz" diyen, 
Her hatalı gol için rakip takımın rakibinin kalecisine laflar söyleyip kendileri aynı hata ile gol bulduğunda "olur böyle şeyler canım, ben şaka yapmıştım, ama 'V.Babacan' Fenerliye atmıştı" diyen, 
Kendilerine verilen haksız penaltı için "ne olacak canım maç 3-0, çıkar penaltıyı 2-0 olur" diyip, rakibin penaltıları için her hafta ortalığı yangın yerine veren
camiaya karşı
 verilecek en iyi cevap
işte bu:
Fenerbahçe ligde kötü durumdayken, puanlar kaybederken; "oyuncular kötü, hoca stajda"; ama işler yolundaysa "hakemler satılmış, kaleciler satılmış, fenerasyon" safsataları. 
Kusura bakmayın ağır olacak ama; sizin beyinleriniz "satılmış". Beyinleriniz "engelleniyoruz, yolumuz kesiliyor, hakkımız yeniyor" gibi mantık dışı söylemlerle alıkoyulmuş durumda. 
Kutsal ittifak içerisine girerek ağlamayı adet edinip, Fenerbahçe'nin başarısızlığı için her türlü etik değeri çiğneyen bu çevrelere karşı verilecek en güzel cevap sezon sonunda kalkacak şampiyonluk kupası olacaktır. 
Onlara bu yarıştan düşen pay da yine, yeni, yeniden ağlamak olacaktır...

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Kalpleri Fetheden Renkler...

Fenerbahçe , mahallenin bitirimleri Zeki ile Metin'i beresine konuk olandır. Hababam Sınıfı'nın tümden şapkalarına renk veren takımdır Fenerbahçe. Nazım Hikmet'in kalemine esin olmuştur sarının laciverte aşkı. Gol kralı Kemal Sunal'ın en büyük düşü bu takıma bir maçta 6 gol atmaktır. Fenerbahçe, hayatın ta kendisidir. Kiminin neşesi, aşkı; kiminin nefretidir. 
Bazen kalpleri fetheden renklerdir Fenerbahçe, bazen "Günahların takımı"dır. Hiçbir sevap, seninle işlediğim günahlar kadar mutlu etmemiştir Fenerbahçem.


Fenerbahçeli Olmak


"Nurizade Ziya Songülen olmak isterdim baharında 1907`nin,
Yanında iki kafadar dostu ile,
Belki bilir, belki bilmez attığı tohumun büyüklüğünü,
Sarı beyaz diye başlayan, ardından sarı lacivert olan,
O büyük heyecan ve gurur renklerinin,
İlk ve kurucu başkanı olmak isterdim.

Ayetullah Bey olmak isterdim yüzyıl evvelinde,
Bir efsanenin doğumunu çıplak gözlerle izlemek,
Futbol aşkıyla çıkılan bir maceranın ikinci başkanı olabilmek,
"Ben Fenerbahçeli`yim" diyecek kadar sahiplenmek isterdim,
Kadıköy`den doğan güneşi.

Topuz Hikmet olmak isterdim 1910`larda,
Bayrak kırmızısının üzerine meşe yaprağını,
Sari lacivert ile bezeyip,
Dünyanın "en büyük sevgisiyle bağlanılacak" armasını,
Nesillerden nesillere aktarılacak,,
En güzel ask mührünü çizmek isterdim.

Sağ haf Arif olmak isterdim Çanakkale Savaşı zamanlarında,
Bir cepheye koşup ülkemi savunmak,
Bir sahaya koşup FENERBAHÇE`mi yüceltmek için,
Tek canımı ülkeme verirken,
Aklımda sari-lacivert yarim ile toprağa düşmek isterdim.

Dalaklı Hüseyin olmak isterdim,
Bir büyük destanîn ilk teknik direktörü olmak,
Gönüllerdeki resim galerisinde,
İlk komutan fotoğrafı olmak isterdim.

Galip Kulaksızoglu olmak isterdim, Ardından binlercesi gelecek,
Her birinin ayrı bir kıymeti olacak,
Her biri binleri, onbinleri, milyonları coşturacak,
Bazen bir tanesi için herseyimizi vereceğimiz,
O gollerin birincisini atan olmak isterdim.

Zeki Rıza Sporel olmak isterdim,
Forması santraya katlanarak getirilen,
Öpülerek teslim edilen bir bayrak gibi,
Türk futbolunun ilk büyük golcüsü,
FENERBAHÇE`nin ilk futbol efsanesi olmak isterdim.

Cihat Arman olmak isterdim,
Sarı kazağından esinlenerek,
Kanarya sembolünü vermek Fener`e,
Kale direklerinin içinde bir duvar,
Rakiplerin bile gıpta ettiği,
"Uçan kaleci" olmak isterdim.

Saraçoğlu Şükrü olmak isterdim,
Delicesine sevdiği renklere 16 sene başkan olmak,
FENERBAHÇE Başkanlığı`nı,
Başbakanlıktan öte tutmak isterdim.

Dağlaroglu Rüştü olmak isterdim,
27 Mayıs`in ihtilal komutanlarına,
"Bu Kulübü işgal kuvvetleri kapatamadı. Sen hiç kapatamazsın" diye
kafa tutan,
FENERBAHÇE`nin tarihini yazan adam olmak isterdim.

Lefter Kucukandonyadis olmak isterdim,
Futbolunu görmesek bile hayran kaldığımız,
Dinlediklerimizle kalbimize taht kuran,
Türkiye tarihinin "ordinaryüs profesörü" olmak isterdim.

Can Bartu olmak isterdim,
Ayni gün içinde 2 golü atıp futbol sahasında,
Sonra da basketbol salonunda 28 sayı bırakmak,
Ezeli rakibinin potasına,
Türkiye`nin "Sinyor"u olmak isterdim.

Didi olmak isterdim 1970`larda,
Basının üzerine kaldırdığı Dünya Kupası`nda,
Ya da futbolun en sevilen ülke olduğu Brezilya`da,
Gördüklerinin çok fazlasını yasadığı FENERBAHÇE Cumhuriyeti`nde,
Aydınlık saçan bir "siyah adam" olmak isterdim.

Cemil Turan olmak isterdim,
Son siyah-beyaz fotoğraflı yılların,
Yıldıza hasret senelerinde Türk futbolunun,
Hani topu alınca ayağına,
Önüne gelene çalımı basan,
Ayaklarıyla düşünen adam olmak isterdim.

Selçuk olmak isterdim,
Kayhan olmak isterdim,
Hüseyin ya da Pesim,
Nezihi olmak isterdim deliliği aşkından menkul,
Rıdvan olmak isterdim,
Oğuz, Aykut...
Ya da unutulan bir sporcusu FENERBAHÇE`nin,.

Faruk Ilgaz olmak isterdim,

... Ya da İslam Çupi,
En güzel kelimelere raks ettiren,
Futbola ve onun sözlerine sari lacivert nefesler veren.

Sadece taraftar olmak da yeterdi bana...
Hüzünde göz pınarlarındaki bir damla yaş olmak isterdim,
Sevinçte havaya kalkan bir yumruk...
Bir damla alin teri,
Bir damla kan olmak isterdim sarı laciverdin üzerine düsen...

Sarının yanında lacivert olmak isterdim,
Ya da laciverdin yanında sarı...

Ben bir kez daha dünyaya gelsem,
Fenerbahçeli olmak isterdim.

Daha da ötesinde dostum,
Ben bir kez daha dünyaya,
Sırf Fenerbahçeli olabilmek için gelmek isterdim...
"