24 Mart 2011 Perşembe

Ağlama Değmez Hayat...

Çok değil bir ay önce yazmıştık "Geleneksel Ağlama Dönemi Başladı" diye. Yanılmışız, geleneksel ağlama dönemi asıl şimdi başladı. İlk yarı bittiğinde şampiyon ilan edilen Trabzonspor'un arka arkaya kaybettiği puanlarla Fenerbahçemiz'in 7de 7 ile ikinci yarıya yaptığı müthiş başlangıç neticesinde her iki takım kafa kafaya geldi bugün. Trabzonspor'un Fenerbahçe'nin fikstürünü iki hafta geriden takip ettiğini de hesaba katarsak geriye kalan on haftada her iki takımın benzer zorlukta maçlara çıkacağını söylemek mümkün. Ancak sıkça dillendirdiğimiz üzere puan farkı 9 iken bile sürecin ağırlığını kaldıramayan Trabzon camiası şu sıralar adeta kendilerini kaybetmiş durumda. "Engelleneceğiz," muhabbetine kendilerini öyle bir kaptırmışlar ki neye sataşacaklarını, nereye saldıracaklarını şaşırmış durumdalar. Öyle ki Gençlerbirliği maçında tartışması bile komik ofsayt pozisyonunda hata yapan yardımcı hakemin Aziz Yıldırımla hemşehri olmasına rağmen bu maça atanmasını bile kendileri için yapılmış bir komplo olarak görüyorlar. Buna da Aziz Yıldırım'ın Kulüpler Birliği Başkanı görevini kötüye kullandığını ekleyerek objektiflikten uzaklaştığını ve Türk futboluna hiçbir katkısının olamayacağı savıyla devam ediyorlar.

Ben, Aziz Yıldırım'ı bir Fenerbahçeli olarak sevmem, kulübün başından gideceği günü de dört gözle bekliyorum. Kendisinin Türk futbolu adına zaman zaman bir tehlike teşkil ettiğine de yürekten inananlardanım. Ancak çok değil bir sene önce naklen yayın ihalesinde rekor fiyata çıkıldığında Aziz Yıldırım'a alkış tutan, yine yabancı sınırı uygulaması 6+2+2 sistemine dönünce Aziz Yıldırım'a teşekkür eden bir kulübün başkanının Aziz Yıldırım'ı şimdi istifaya davet etmesinin tek açıklaması; Fenerbahçe'de işlerin yolunda gittiği, şampiyonluk havasına girildiği her dönemde artık gelenekselleşmiş olan karalama kampanyasının bir kez daha başlatıldığıdır.

Mensubu olduğunuz kulüp liderken, puan farkı ciddi avantaj teşkil ederken örnek başkan, efendi hoca imajı vermek çok zor olmasa gerek. Ancak ne zaman ki işler kötü gitmeye başladı; örnek(!) başkandan "hakemleri satın alıyorlar" isyanı yükseldi, efendi-asla hakem konuşmayan(!) hoca oyundan atılacak kadar gerilmeye başladı. Başarısızlıklarınızı böyle isyan ederek, bağırıp çağırarak, kamuoyunu galeyana getirerek örtbas edemezsiniz. İkinci devrede kendi sahasında henüz puan alamayan bir kulübün hakemler ve Fenerbahçe'den önce irdelemesi gereken daha içsel sorunları olduğu açıktır. Benim Trabzonspor camiasına haddim olmayarak da olsa yapacağım naçizane tavsiye; bu tip tartışmalardan uzak kalıp geri kalan on haftadaki maçlarına odaklanmalarıdır. Keza, dağılmaya müsait bir camia oldukları düşünülürse gerilim ortamından en çok onların olumsuz etkileneceği apaçıktır. Bu şampiyonluk yarışının Fenerbahçe'nin şampiyonluğuyla bitmesi halinde oluşan bu gergin ortamın 96'dakine benzer feci sonuçlar verme tehlikesine karşı kendilerinin sükunet içinde olmalarında sadece futbol adına değil, şehir ve camia adına da yarar var.

Gelelim diğer ağlak cepheye. Açıklamayı birkaç kez okumama rağmen bir türlü siyah beyazlı kulübün bugünkü açıklamasına anlam veremedim. Öncelikle Kulüpler Birliği nezninde Aziz Yıldırım hakkında yapılan açıklamalar Trabzon cephesinden gelenlere göre daha makul onu belirtelim. Zira, söz konusu kulübün Aziz Yıldırım'ın Kulüpler Birliği Başkanlığı görevine başından beri karşı çıktığı ve biat etmediği biliniyor. Ancak açıklamanın hafta sonu İnönü Stadı'nda oynanan maçla ilgili kısmı gerçekten saçmalıktan ibaret. Her iki takıma da maç içinde yapılan haksızlıklardan söz edip maçın talimata göre berabere bitirilmesi amacında olunduğuna yönelik açıklama oldukça komik. Nitekim bu talimatların Fenerbahçe kulübü çıkarlarına yönelik verildiğinin ima edildiği düşünülürse, neredeyse 20 puan gerimizdeki bir kulübün maçtan üç puanla ayrılmasının beraberlik sonucundan çok daha uygun olduğu apaçıktır. Açıklamanın sonunda bu kasıtlı hareketlere, söz konusu kulübün "dünya kulübü"(!) olma yolunda diğer kulüplerce oluşan haset ve kıskançlığın yol açtığı belirtilerek komedi, yine şerefli ikincilikler safsatası ile son buluyor. Benim bu açıklamada takıldığım bir diğer nokta, şu ana kadar her maç çıkışı sıcağı sıcağına ağlayan yöneticilerin neden Fenerbahçe maçını ve Trabzonspor'un açıklamasını bekledikleridir. Neyse, üç yıldız alınca dünya kulübü olunacağına, 17de 17 yapılacağına, Avrupa'da kupa kazanılacağına inananlardan da kendi başarısızlıklarını başkalarına çatarak örtmeye çalışmalarından daha farklısını beklemiyorduk zaten. 

Gelelim bir diğer tayfaya. Dün Gençlerbirliği takımının gösterdiği cansiparane mücadeleye elbette diyecek lafım yok. Hatta yedikleri ilk iki golün de haksız olduğunu söylemek için bir erdem filan göstermeye de gerek yok. Ancak takımın iki önemli isminin bugün yaptığı açıklamaları herhangi bir Anadolu kulübünün oyuncusu bizim lehimize yapsaydı ortalık nasıl toz duman olurdu düşünemiyorum. Buyrun açıklamalar:  
Karşılaşma sonrası attığı golün kendisi için anlamlı olduğunu belirten Hollanda doğumlu Hurşut, “Trabzonspor'un şampiyon olmasını daha çok istiyoruz. Sahada da elimden geleni yaptım” dedi. Aslen Trabzonlu olan Almanya doğumlu Serkan ise, “Takımımız kadar, Trabzonspor için de oynadık ve sahada en iyisini verdik, ama kazanamadık” dedi. 
Fenerbahçe ligde kötü durumdayken, puanlar kaybederken; "oyuncular kötü, hoca stajda"; ama işler yolundaysa "hakemler satılmış, kaleciler satılmış, fenerasyon" safsataları. Kusura bakmayın ağır olacak ama; sizin beyinleriniz "satılmış". Beyinleriniz "engelleniyoruz, yolumuz kesiliyor, hakkımız yeniyor" gibi mantık dışı söylemlerle alıkoyulmuş durumda. Kutsal ittifak içerisine girerek ağlamayı adet edinip, Fenerbahçe'nin başarısızlığı için her türlü etik değeri çiğneyen bu çevrelere karşı verilecek en güzel cevap sezon sonunda kalkacak şampiyonluk kupası olacaktır. Onlara bu yarıştan düşen pay da yine, yeni, yeniden ağlamak olacaktır...



Not: 8 Martta yayınladığımız bu yazı bir problem sonucu silinmiş, bu sebeple tekrar yayınlıyoruz.















23 Mart 2011 Çarşamba

Allah'ın Sopası Yok!

Sezonun sonu yaklaştıkça Fenerbahçe'nin yarıştaki inadını kırmak için ortaya çıkan ithamların üst düzeye çıktığı bir süreci yaşıyoruz. Zaten bu durumu Fenerbahçe'nin güçlü bir şekilde yarışta olduğu her sene yaşadığımız için garipsediğimiz bir durum söz konusu değil. Yalnız Trabzonspor yönetimi öyle zeminsiz iddialarda bulunuyor ki "bu Fenerbahçe karşıtı hareketin bile bir adabı olurdu" diye düşünüyorum zaman zaman. Üstelik her itiraz ettikleri durum çok geçmeden kendi başlarına geldiğinden kendileri adeta "Allah'ın Sopası Yok" deyiminin gerçekliğini biza kanıtlamakla meşguller, gelin inceleyelim :


Varan 1: Aykut Kocaman'ın Hürriyet'te verdiği röportajda söylediği "Hakemlerin kararlarında standart olması gerekir" temeline dayanan söylemleri üzerine Şenol Güneş; süreki Aykut Hocamızı küçük düşürmeye çalışan, onu kamuoyunun önüne atan açıklamalar yaptı. Kendisini "genç bir teknik adam" diye nitelendirirken "Hakemleri etkilemek için bugüne kadar konuşmam olmadı. Konuşanlar düşünsün. Penaltı, verildi verilmedi diye konuşursam diğer insanlardan farkım olmaz, küçülürüm. Bize hiçbir maçta yanlış penaltı verildiğini düşünmüyorum" açıklamasıyla ortamı geren de kendisi oldu. Nitekim bu sempatik-efendi(!) hocamız bakın ligin henüz beşinci haftasındaki Manisa maçından sonra nasıl kendine yakışacak açıklamalar yapmış:
"Manisaspor maçında Jaja'ya saha içinde çok tekme atıldı. Bugüne kadar kaybettiğimiz maçın ardından hiç hakemi eleştirmedim. Selçuk, Colman ve Jaja'ya tekme atan Mehmet Güven'e sarı kart bile gösterilmedi. Ferhat'a ise kart gösterdi. Bu hafta ise haftanın hakemi seçildi. Ben olsam onun hakemlik kartını yırtarım. Maçın içerisinde ilk dakikalarda itirazdan dolayı kart göstermeyince ipin ucunu kaçırdı. Kaybımızın hakemle bir ilgisi yok ama hakemin bu olaylara göz yumması eksiği olduğunu gösterir"
Keza, Gençlerbirliği-Fenerbahçe maçından sonra, (bir gün önce kendi oynadıkları BJK maçında Beşiktaş'ın sayılmayan golünü, Giray'ın 5. dakikasında kırmızı görmesi gerektiğini unutup-Burak'ın da penaltısı var, haksızlık etmeyelim) yönetim kurulu imzasıyla hakemler hakkında demediklerini bırakmayan, yardımcı hakemin Aziz Yıldırım ile hemşehrilik ilişkilerini bile hata sebebi olarak görebilen zihniyetin son iki haftadır kendi lehlerine hakem hatalarının ardından suspus oturmaları da manidardır. Üstelik hakemler hakkında konuşmanın kendilerine yakışmayacağını iddia eden bir camia için yukarıda yazılanlar bir karadeniz fıkrasına konu olabilecek kadar ironiktir.


Varan 2: Volkan Babacan'ın yediği gollerle Fenerbahçe'yi yaktığı maçların videoları hala hafızalarda tazeyken Kayseri formasıyla bize karşı oynarken yaptığı hata sonucu yenen gole gönderme yaparak şike imasında bulunmak, spor etiğine sığmaz. İki hafta sonra yine bir Kayseri maçında aynı takımın diğer kalecisinin hatasıyla neredeyse aynı pozisyon sonucu siz gol bulduğunuzda "Ben zaten şaka yapmıştım" demekse ahlaksızlıktır. Geçen o iki haftada o kaleciyi milyonlara hedef göstermişsinizdir, hatta bağlı olduğunuz camianın Trabzonspor olduğu düşünülürse hayatını tehlikeye atmışsınızdır. Üstelik şaka yaptığınızı söylemenin akabinde bir de "Ama Hamidou kendi oyuncusuna attı, Volkan direk Fenerli'ye attı demek" içinde bulunduğunuz ruh halinin özeti olup ya elinizi vicdanınıza koymanız ya da acil bir psikoloğa görünmeniz gerekmektedir. 


Varan 3: Gençlerbirliği-Fenerbahçe maçından sonra kamuoyunda büyük bir kesim kaleci Serdar Kulbilge'nin Fenerbahçe geçmişiyle bağlantılar kurarak adeta maçı sattığını ima etmiştir. Ancak bu kez Gençlerbirliği-Trabzon maçında aynı Serdar ve sonradan onun yerine oyuna giren Ramazan birbirinden hatalı goller yiyince hiç utanma hissetmediğinizden, bir sonraki Fenerbahçe maçında hata yapacak kaleciyi dört gözle beklediğinizden eminim.


Varan 4: İlhan Cavcav'ın TRT'deki röportajında iddiası malumunuz. Zaten başkan bu konuyu açarken TRT muhabiri de "Ben de size o olayı soracaktım" diyerek olaydan haberdar olduğunu belirtiyor. Ayrıca pek çok muhabirin de olaylara şahit olduğu konuşuluyor. Eğer söz konusu olay doğruysa ve sahiden de "satılmış köpekler" ya da benzer bir ifade kullanılmışsa ve bu konu cezasız kalacaksa Türk futbolu adına büyük bir ayıptır. Trabzonspor camiasına birilerinin böyle etik değerleri hiçe sayarak şampiyon olunamayacağını izah etmesi lazım.


Mevcut şartlar altında varanların sayısını artırmak mümkün. Ayrıca şampiyonluk yolunda her yolu mübah sanan ve bu amaç uğruna adeta ekseni kayan Trabzonspor camiası yarışın içinde olduğu müddetçe kalan haftalarda Fenerbahçe maçlarındaki her hakemin, her rakip teknik adamın, her rakip oyuncunun zan altında bırakılması an meselesi olacaktır. Yine Trabzonspor'un oynadığı rakiplerde az biraz kendini göstermeye çalışan her oyuncu da "satılmış" diye yaftalanmaya hazır olacaktır.Kutsal ittifaklar kurmaya çalışarak ağlamayı adet edinip, Fenerbahçe'nin başarısızlığı için her türlü etik değeri çiğneyen bu camiaya karşı verilecek en güzel cevap sezon sonunda 15 senedir özlemini duydukları "Nasıl Koydu Aykut Kocaman?" tezahüratını şampiyonluk kupamızı kaldırırken dillendirmek olacaktır.









Yok Artık Fenerbahçe Yönetimi !



Türkiye’de taraftar olmak başlı başına büyük bir zorluk iken bir de buna gönül verdiğiniz kulübün yönetim kurulunun aleyhte yaptığı uygulamalar dahil olunca iş iyice çığrından çıkıyor. Fenerbahçe yönetiminin bilet konusunda uyguladığı faiş fiyat politikası senelerdir sarı lacivert renklere gönül veren biz ve bizler gibi milyonları bıktırdı.

Bu konuda gerek bloglarda gerekse taraftar siteleri ve forumlarda dertler dile getirilmiş ve Sayın Yönetim Kurulumuz sezon başında kombine bilet fiyatlarına zam yapmayarak, kale arkası bilet fiyatlarını da 33 TL’ye çekerek Büyük Fenerbahçe’nin Büyük taraftarını mutlu etmişti. 

Geçtiğimiz sezonun son maçında kendi evimizde Trabzonspor ile berabere kalarak şampiyonluğu kaybetmemize ve Avrupa kupalarına erken veda etmemize rağmen Fenerbahçe taraftarı olarak bizler, görevimizi fazlası ile yerine getirerek gerek futbol takımımıza gerekse de Erkek-Kadın Basketbol ve Voleybol takımlarımız başta olmak üzere Fenerbahçe armasının mücadele ettiği her branşta elimizden geldiği kadar kulübümüze maddi ve manevi destek vererek görevimizi yerine getirdik.

Ligin ilk yarısını 9 puan farkla ikinci sırada tamamlamamıza rağmen Fenerbahçe camiası olarak arzu edilen birlik ve beraberliği göstererek takımımıza her zamankinden daha çok güvendik ve daha çok destek verdik. Hem yönetim kurulumuzun, hem teknik ekibimizin, hem futbolcularımızın gösterdiği büyük özveri hem de taraftarların oluşturduğu ambiyans ile 9 puanlık farkı eriterek liderliği de ele geçirdik.

Her şey bu kadar güzel giderken Fenerbahçe Spor Kulübü Yönetim Kurulu’nun Bursaspor ile Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda oynayacağımız karşılaşmada kale arkası bilet fiyatlarını tekrar 44 TL’ye yükseltmesine her sene olduğu gibi bu senede anlam veremiyoruz.  Takım içindeki prim sistemi nasıl belliyse bilet fiyatları da sezon başında belirleniyor. (Geçen sene FBTV’de Sayın Ali Koç ve Sayın Şekip Mosturoğlu bu konuyu böyle ifade etmişti.) Bilet fiyatları sadece derbi maç olarak kabul edilen Beşiktaş, Galatasaray ve Trabzonspor maçlarında artıyor, bu da zaten Fenerbahçe taraftarı tarafından da kabul görüyordu.

Umuyoruz ki Fenerbahçe Spor Kulübü Yönetim Kurulu, Bursaspor maçını da derbi statüsüne aldık gibisinden mesnetsiz bir açıklama yapmaz. Kaldı ki tekrar edilemeyen bir başarıyı tesadüf olarak kabul eden zihniyet, Bursaspor’un sadece bir kez şampiyon olduğunu hatırlayacaktır.

Ligde liderliğe yükselip iyi bir form grafiği yakalar yakalamaz kale arkası bilet fiyatlarına getirilen zam ise maalesef yönetim kurulumuzun fırsatçılığını akıllara getiriyor. Kötü günde bu takıma destek veren taraftarın iyi günlerde ödülü bu mu olacaktı ? Madem bir zam oranı uygun gördünüz bu zam neden sadece kale arkası tribünlerine yapıldı ? Kötü gidişe son verilmesinin ardından uygulamaya konulan bu uygulama adaletsiz ve fırsatçı bir görünüm yarattığı gibi sadece kale arkası tribünleri hedef alınarak yapıldığı için ayrıca ‘’ayrımcı’’ bir uygulamayı da beraberinde getirmiştir.  

Kadıköy Şükrü Saraçoğlu Stadı’nın baskılı ve etkili olmasındaki en büyük etken hiç kuşkusuz bu mabedi dolduran Fenerbahçe taraftarıdır. 90 dakika boyunca susmayan, sahaya görsellik katan ve tribün organizasyonlarının büyük bir kısmını başlatan tribünler de kale arkası tribünleridir. Bu tribünleri dolduranların çoğunluğunun öğrenci veya maddi bakımından orta ve alt gelirli taraftarlarımız olduğu da yıllardır bilinen bir gerçektir. Bugün bir öğrenci Fenerbahçe maçına gelmek istediği takdirde cebinden 70 – 80 TL civarında bir tutar vermek zorunda. Babasından veya annesinden aldığı harçlığı Fenerbahçe’ye harcayacak olan öğrencinin hafta içi okulda ne yiyeceği, arkadaşları ile neler yapabileceğini varın siz düşünün. Aynı şekilde asgari ücretle çalışan bir baba, eşini ve çocuğunu Fenerbahçe maçına götürmek istese sadece bilet fiyatı olarak cebinden 132 TL çıkartmak zorunda. Yani net maaşının neredeyse ¼ ünü sadece bilet fiyatı olarak vermek zorunda. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik şartlar da göz önüne alındığında Yönetim Kurulumuzun sadece kale arkası  bilet fiyatlarını yeniden 44 TL’ye yükseltmesini şiddetle kınadığımızın bilinmesini isteriz.

Eğer Galatasaray maçında rakibimizin yeni stadındaki hasarın giderilmesi için bir fatura çıkardıysanız biz bu faturayı son maçta kaçan 2 şampiyonluk ile fazlasıyla ödedik zaten … Bu travmaların ardından ayağa kalkabildiysek bunda hiç olmazsa %1 bile olsa bir payımız var ve bunun ödülü ayrımcı bir uygulama ile bilet fiyatlarına yapılan zam olmamalıydı.




FENERBAHÇELİ BLOGGERLAR !

19 Mart 2011 Cumartesi

Alexus: The God of the Arena

Maçın teknik analizini yapabilecek durumda değiliz açıkçası, söz konusu Fenerbahçe-Galatasaray rekabeti olunca maçı analiz yapabilecek biçimde izlemek pek mümkün görünmüyor. Zira dün de teknik detaylar, kadro, taktik filan algılayamadığım noktalardı. Kahve seyircisi kıvamında izledim mücadeleyi. Yine de Galatasaray cephesinin maça çok daha konsantre çıktığını ve oyunun çoğunluğunda maçı daha çok istediğini söyleyebilmek için çok da konsantre izlemeye gerek yoktu maçı.


Özellikle ilk yarı da Emre'nin eksikliğinde top çıkarma konusunda sıkıntı yaşayacak takımın bir de bu görevi dün kendi standartlarının bile altında pas yüzdesiyle oynayan Selçuk üstlenince Fenerbahçe ileri çıkmakta ve haftalardır çok iyi yaptığı rakibe önde baskı kurmakta çok zorlandı. Bu görevi üstlenebilecek isimlerden Mehmet ve Özer de kafalarında herhangi bir şablon olmadan bir ileri iki geri oynayınca işlerin yolunda gitmesi de pek mümkün değildi zaten. Aykut Hocanın ikinci yarıya Selçuk-Semih değişikliğiyle başlaması akla yatkın. Zira Selçuk'un sakatlığının üstüne düşük pas yüzdesi ve gördüğü sarı kart ile Fenerbahçe'nin oyunun merkezini ileri taşıyacak bir oyuncuya ihtiyacı, yabancı kontenjanı sorunu ile de birleşince doğru seçim Semih'ti. Nitekim bu değişikliğin ardından Fenerbahçe ileride daha fazla top tutmaya ve ileri daha kolay çıkmaya başladığını görüyoruz. Niang'ın sakatlanmasının ardından da Stoch'un girmesiyle Fenerbahçe kanatlara inmeyi başardı. Hagi'nin hatalı değişiklikleri ve takımı gereksiz geri çekmesiyle de maç Alex'in istediği kıvama geldi ve  o da klasik resitallerinden birini daha sundu. 


Gelelim notlara:
-Alex için fazla bir şey söylemeye gerek yok. Kendisine sallayanlara inat o tarih yazmaya devam ediyor. Kesinllikle gördüğüm en zeki futbolculardan biri. Futbolu çok seven biri olarak Alex'i toplu/topsuz sahanın içinde takip etmekten büyük keyif alıyorum. Seni, gollerini, asistlerini, enfes hareketlerini ve adamlığını izlediğim ve rahmetli dedemin yalnızca bir kez izleyebildiği Lefter'i bana anlattığı gibi benim de torunlarıma anlatacağım eşsiz bir miras bıraktığın için sonsuz teşekkürler Kaptan.
-Aykut Kocaman, göreve geldiğinden beri orada olmaması gerektiğini iddia edenlere her hafta ders vermeye devam ediyor. Hataları illa ki var ama gün geçtikçe olgunlaşıyor. Dün de hamleleri ile maçı getiren faktörlerden biri oldu. Dileğimiz kendisinin yıllarca burada kalıp futbolculuğundan sonra teknik adamlığıyla da efsane haline gelmesi.
-Genel anlamda Fenerbahçeli futbolcular ortalamalarının altında oynadılar dememiz mümkün; ama yine de maçın sonuna doğru ritm bulup futbol şansını yanımıza alınca galibiyet geldi. Ligin bundan sonraki kısmında daha yüksek konsantrasyon gerektiği şart.
-TT Arena, gerçekten çok güzel bir stat olmuş, taraftar da 60'lara kadar çok güzel bir atmosfer yarattı. Son yıllarda gördüğüm derbilerde en iyi iç saha tribünü performansıydı, tebrik etmek gerek. Fenerbahçe tribünü de maçın genelinde zaman zaman sesini duyurdu, özellikle 1-1'den sonra kontrolü ele geçirdiler, onları da keyifle dinledik. Atmosfer adına tek kötü nokta sahaya yağan maddelerdi. Maçın genelindekiler derbi atmosferine bağlanıp tolare edilebilir; ama son dakikalarda sahaya inen rakı şişesinin açıklanabilir bir yanı yok. Resmen cinayete teşebbüs, daha Eskişehir maçında Batuhan'ın benzer bir olayda yaralandığını düşünürsek Volkan'ın çok şanslı olduğunu söyleyebiliriz.
-Bir de Kazım'a değinmek lazım tabi. Neden Fenerbahçe'de barınamadığını, neden gönderildiğini dün herkese gösterdi. Fenerbahçe taraftarının artık kendisi hakkında en ufak bir soru işareti yoktur herhalde. 
Fenerbahçe çok zorlandığı, genelinde ikinci yarıdaki maçlarda oynadığı futboldan çok uzak bir görüntü sergilediği, oyuncuların gerektiği kadar konsantre olmadıkları bir maçta önemli bir galibiyet aldı. Fenerbahçe ne kadar doğru yolda gidiyor olsa da bazı eksiklikler bu maçta iyice ortaya çıktı. Cristian Baroni ve Özer Hurmacı gibi isimlerin bu takımın birinci alternatifi olabilecek futbolcular olmadığı bir kez daha ortaya çıktı. Şampiyonluk yolunda önümüz gün geçtikçe daha da açılırken azim ve mücadele konusunda gelecek maçlarda dünün üzerine çıkmamız gerektiğini not düşerek geceyi Bağış Erten'in Radikal'deki yazısından başarılı bir analizle bitirelim biz de:


Yıllardır yaka silktikleri, mutsuz oldukları o Saracoğlu atmosferinin bir benzerini kurmuş Sarı-Kırmızılılar. Türk Telekom Arena’da, ismiyle müsemma bir ‘kolozyum’ tadı olduğu kesin. Nitekim, maçın başında Sarı-Lacivertlilerin elini ayağını dolandıran, sonrasında Galatasaraylılara da ekstra maharet sağlayan şey sanırım bu atmosferdi. Yıllardır Fenerbahçe’nin kendi evinde kazandığı gibi oynadı Galatasaray. İyi oynamanın ötesinde bir hırs ve istekle. Tribünlerle senkronize olarak... Ta ki Alex’ denen büyücü devreye girene dek. Önce üç bant bilardo misali Semih’in kafasına nişanladı, sonra da infazı kendi yaptı.
Eğer elinizde oyun bitti derken başlatan, takım düştü derken kaldıran, umutlar tükendi derken çoğalan, üstelik bunu vakur bir eda, asabi olmayan bir klasla başaran bir oyuncu varsa; değil taraftarlarla, o arena aslanlarla dolu olsa gene bir yol bulursunuz. Bu derbiyi de kazandırdı ya, artık onun da kitabı yazılmaz, anıtı dikilmezse kimin yazılacak, kimin dikilecek? Kabul edelim, bu kadar etkili bir oyuncu bu ülkeye hiç gelmedi.

18 Mart 2011 Cuma

Özlüyoruz Fabio!

Bugün twitterından paylaştığı yazı ile neden efsane olduğunu neden tüm Fenerbahçelilerin kalbinde taht kurduğunu bir kez daha kanıtladı Fabio. Bir başka adamdı zaten o. Akıllarda büyük yer etmiş enfes golleri bir yana Türkiye'deki tüm stoperlere "top oyuna nasıl sokulur" konulu ders verebilecek nitelikte bir futbolcuydu. Kimilerine göre kazmaydı, kimine göre defans oynayacak adam değildi, kimilerine göre arkaya adam kaçırması başa belaydı. Benim gözümdeyse çok farklıydı Luciano, en az senin benim kadar Fenerbahçeliydi, içtendi, samimiydi, sevinçleri de hüzünleri de gerçekti. Cimbom'a volesi, BJK'ya rövaşatası, Sakarya'da 90+3'te takımı ipten alması, Olcan'ı korumaya çalıştığı o an, Denizli'ye uzatmalarda attığı golden formayı secde ederek öpüşü, "sahada da benim gibi hisseden biri var" diye düşünmemizi sağlayan halleri, hepsi dün gibi aklımda.
Sen gittiğinden beri artık kornerler bile eskisi gibi zevk vermiyor, 
sensiz topu oyuna sokmayı bir türlü beceremiyoruz yıllardır, 
herkes rezil gibi oynarken "nasıl olsa 90+2'de koyar kafayı" diye umut beslediğimiz kimse yok senin gibiÖzlüyoruz Fabio, çok özlüyoruz...


17 Mart 2011 Perşembe

Bir Başka Maç


Bir derbi daha geldi, çattı. İki takım için de ligdeki konumları ne olursa olsun değeri bambaşkadır bu maçların. Nitekim iki takım için de -özellikle sarı lacivertli taraf- bu maçlar, en kötü zamanlarda kaostan çıkış ve camiayı toparlama için ilaç gibi gelmiştir. Keza, şu an Galatasaray'ın ligdeki konumu düşünüldüğünde onların bu maçtan alınacak bir galibiyete fazlasıyla ihtiyaçları var. Camiayla, taraftarla barışması için bir şans takım ve başkan için derbi. Bunun bilinciyle işi sıkı tuttuklarından, iyi hazırlandıklarından eminim ben. Fenerbahçe cephesinin de ilk devredeki maçta rakibi küçümseme hatasından ders aldığını ve rakibin ligdeki sıralamasını göz ardı ederek ciddiyetle çalıştıklarını sanıyorum.

İki cephe için de maçın önemi malum. Ne tahmin etsek, ne kehanette bulunsak zor böyle bir maç için. Sonuçta, söz konusu olan Türk sporunun gerçek büyükleri. Söz konusu olan, sarının laciverte ve kırmızıya aşkı. Yarın da umarım mercan-yeşil zımbırtılar değil Sarı-Lacivert çubuklu ile Sarı-Kırmızı parçalı olur sahada. 

7 Mart 2011 Pazartesi

Ne Demiş Şair...

Maçın başında gelen kolay gollerin ardından kendi kendimize maçı zora soktuk. Daha sonra ikinci devre Aykut Kocaman'ın Baroni-Dia değişikliği, G.Birliği'nin oyundan düşmesi ve kaptanın da sazı eline almasıyla zor; kolay oldu ve yolumuza kayıpsız devam ediyoruz. Dün aldıkları galibiyetle bugünkü puan kaybımızı ümitle bekleyen Trabzon camiası bir an umutlandığı bu maçtan sonra yine hayal kırıklığı yaşadı. Ligin sonları yaklaştıkça sürekli puan kaybetmemizi bekleyen ve beklemek zorunda olan Trabzon camiasının bu faktörden de psikolojik olarak negatif etkilenmesi muhtemel.


Maç içinde 2-0 olunca "Gençler maçı satmış yeaaa", "Serdar zaten eski Fenerli" gibi yorumlar yapan, sonra skor dengelenince "2-2 mi?" diye geyiğe saran, 4. gol gelince tekrar "Kalecileri satın alıyorlar", "Aziz, devre arası hamle yapmış" safsatalarına saran ileri zekalılara ithafen belirtelim: Serdar'ı 2008'de gönderdiğimizde sırf ileride şampiyonluk yolunda ihtiyacımız olur da gereken golleri yer diye ta o zaman gerekli anlaşmaları yapmıştık. Ancak, Serdar ve Gençlerbirliği takımı ile yetinmedik bu akşam Doğa Ana ile  Balkanlardan gelen soğuk hava dalgasını bile satın aldık. Anlaşma sağlanırsa haftaya da Trabzon maçına gönderecekmiş başkan soğuk hava dalgasını. Yine belirtelim, bazı arkadaşların anlamama ihtimaline karşı bu paragraf ironiden ibarettir.


İlk devrede sergileyemediğimiz "takım olma" kavramını, azmi, mücadeleyi ilk altı maçta olduğu gibi bugün özellikle ikinci yarıda sahaya koyduk. Zor bir deplasmandan zorlu şartlarda oynanan, zorlu bir maçın ardından üç puanla dönüyoruz. Şair demiş ki: "Ankara'nın en çok İstanbul'a geri dönüşünü seviyorum". Ben de bir adım ileri götüreyim: 
"Ben de Ankara'nın en çok İstanbul'a üç puanlı dönüşlerini seviyorum"

Dönmüyorlarmış !

Ey blog yazarı ! Ne demiş ataların: 
"Büyük lokma ye, büyük laf etme" 
Güvenilir kaynağımıza duyduğumuz inançla büyük konuştuk.
Herkese inat  "Dönüyorlar" dedik.

Ancak kaynağımız, maalesef bu kez bizi yanılttı. 
Dee, ilk geleceğinde de ondan duymuştuk.
Şimdi de varsın o, yanıltsın.
Bu entry de "bu blog yazarının vahim hatası" olarak kayıtlara geçsin...
Okurlarımızdan özür dileriz...

6 Mart 2011 Pazar

Dönüyorlar !

Biraz klişe bir tabirle çok güvendiğimiz kaynaklardan aldığımız bilgilere göre Diana da Penny de dönüyor ve gelecek hafta Türkiye Kupası finallerinde sahada olacaklar.

Başta Zeki Çol ve Hıncal Uluç olmak üzere kaliteli Türk Basını  ve kestikleri ahkamlara inat,
Hala nasıl görevinin başında olduğunu anlayamadığım Turgay Atasü'ye inat,
Basketbol Federasyonuna inat,
Mahmut Uslu artığı Didem Akın!a inat,
Korkulu rüyalar gören rakiplere inat,
Hacettepe'ye toz konduramayan Gençlik ve Spor Genel Müdürü Yunus Akgül'e inat,
Aklı sıra komik introlar hazırlayıp gerçek ortaya çıkınca suspus kalan bazı forumlara inat,
Tüm Fenerbahçe düşmanlarına inat
dönüyorlar.
Arkalarından sallayanlara ağızlarının payını vermeye dönüyorlar. 
Yine aşağıdaki videodaki gibi coşmaya, coşturmaya dönüyorlar.